Mehmet Yılmaz

Reji'nin Kadınları 

Mehmet Yılmaz

Reji’nin Kadınları güzel bir sürpriz olarak çıktı karşımıza. Kapaktaki fotoğrafı bile heyecan duymamıza yetti tabii; öyle ya konusu Samsun’da geçen bir romandı bu…

 

Yazarı hakkında hiçbir bilgimiz yoktu, Kısa bir araştırma sonucunda Samsunlu bir elektrik mühendisi edebiyatçı olduğunu öğrendik. Romanın kalitesi, şusu, busu… Hepsi bir tarafa, bir Samsunlu olarak Cem Bey’e öncelikle bir teşekkür etmemiz lazım.

 

Zira Savaş ve Açlar, Bir Gün, Çalı Harmanı, Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi, Islak Kentin İnsanları gibi konusu Samsun’da geçen romanların sayısı öyle pek fazla değil. Reji’nin Kadınları da bu halkaya dahil oldu artık…

 

Roman, 1912-15 yılları arasındaki Samsun’da geçiyor. Türkler ile Rumların bir arada yaşadıkları bir köy üzerinden başlayan hikaye Samsun merkeze kadar uzanıyor. Bu anlamda mekan olarak Reji ( Tütün Fabrikası ), Mert Irmağı civarları, Saathane, Mecidiye, Ermeni Mahallesi, İskeleler gibi yerler karşımıza çıkıyor.

 

Yazarın anlatımı, üst anlatıcı şeklinde ve temel felsefesi, insan kavramı… O zamanın Canik Sancak merkezi olan Samsun’unda, Türkler ile birlikte Rum ve Ermeniler de yaşamaktaydı. Ancak genel manzara maalesef Osmanlı coğrafyasından farklı değildi. Bazı Rumlar, Pontus dedikleri bu bölgede isyan hareketlerine girişmişlerdi ve çatışmalar yaşanıyordu. Ermeniler ise Doğu ve Güneydekiler gibi herhangi bir tedhiş hareketine girişmemişlerdi. O zamana kadar komşuluk yapan ve bir arada yaşayan Müslüman ve gayrimüslim toplumlar arasında maalesef bölünmeler başlamıştı.

 

Yazar, üç yıllık dönemi kronolojik olarak işlemektedir. Genel politik gelişmeler, beraberinde Samsun’a da olumsuz yansımalar yapmaktadır. Düyun-u Umumiye nedeniyle Fransızların elinde bulunan Reji ise kaliteli Samsun tütünü nedeniyle önemli bir tütün üretim merkezidir ve her dinden insan burada çalışmaktadır. Ancak Reji, kolcuları ve fiyat politikasıyla köylerdeki tütün üreticileri nezdinde bir zulüm unsuru olarak da görülmektedir.

 

Cem Kükey, Sıtkı ve Sıdıka’yı merkezde tutarak onların Rum ve Ermeni arkadaşları ile aile efradını da anlatan bir hikaye kurgulamış. Dediğim gibi, bakış açısı her türlü fanatizmden uzak, mümkün olduğunca tarafsız ve insani bir pencereye çıkıyor.

 

Ara hikayenin nasıl gelişeceğini elbette merak ediyoruz lakin tarih bilen bir okur, maalesef 1912-13 Balkan Savaşları ve akabinde başlayacak Harbi Umumi ile romanın sonlarına denk gelecek olan Ermeni tehcirinin durumunu biliyor.

 

Edebi seviyesi zirvede değil elbet; nitekim yazarın da böyle bir iddiası olduğu kanısında değiliz. Bazı tekrarların varlığı, anlatımın zaman tıkandığı kısımlara ve dönemi yansıtmak adına zorlandığı bölümlere rağmen güzel bir roman olduğunu söylemek lazım. Tabii bunda Samsun’da geçiyor olması da çok ciddi bir paya sahip olabilir. Sonunun iyi bağlandığı kanısındayız. Tabii yazara sormak gerekir; gerçek bir anlatıdan mı yola çıkmış diye?

 

Kitaptaki en güzel cümlelerden birisi ise şu oldu: Muhacirlik de, tehcir de aynı; ikisi de ölüm.

 

Doğaldır ki, bir Savaş ve Açlar değil ki, o neredeyse otobiyografik bir romandı. 

 

Son olarak, Samsun'u bilmeyenler için şunu söyleyelim, söz konusu fabrika ve etrafı bugün bir açık alan AVM olarak kullanılıyor. Orijinal mimarisi muhafaza edilmiş durumda. Bu iyi bir şey midir derseniz, doğrusu kötü değil. Yıkılmadı en azından...